İnsanların birbirine saygı duyması kadar önemli bir şey yoktur, bu zaman kavramının hüküm sürdüğü dünyada.
Bugün varız ama iki dakika sonra varlığımız bile kesin değil aslında.
İnsanlar hep bir yok etme, eleştirme, değiştirme çabasında.
Hep birilerinin, birilerinden bir şeyler beklediği, anlamsız bir dünya bu.
Ne kadar acı…
Kendini geliştirme çabasına girmeden, başkalarını kendi istediğimiz şekle sokmaya çalışmak.
Bazen kendimi bile eleştiriyorum:
“Ben ne kadarını başardım da, karşımdakinin beni anlamasını bekliyorum?”
Anlamsız yaşantılar içinde, bir anlam kırıntısına muhtaç gibiyim.
Ölümler var, zulümler, haksızlıklar, adaletsizlikler…
Ve ben?
Ben neredeyim tüm bunların arasında?
Bocalıyorum.
Bir anlam arayışı içinde, anlamsızca ömür tüketmek…
Ne büyük talihsizlik aslında.
Biz insandık; varla yok arasında yaşayan bir damla…
Yani: Hiç.
Ve biz bu hiçliğe öyle çok sığındık ki, onu bile görmezden geldik.
Var ettiğimiz her olumlu davranışta, içimizde bir anlam doğmasını umduk.
Ne sandık bu dünyayı ki, bu kadar zalimleştik?
Yabancılaştık kendimize…
Sevgi, insanın yüzünde beliren bir histi.
Ama onu bile beceremedik yer yer.
Oysa ne olurdu…
Sadece insan olduğumuzu hatırlasaydık?
İnsanlığımızı sevseydik?
Ve bu sevginin getirdiği her şeyi…
Ben neyim mi?
Buyum işte.
“Sevgi” dediğimde; karşılıklı anlayışla, birbirine saygı duymaktan öteye geçmek istemeyen bir yüreğim.
Ve bana sadece bir adım gelinmesi yeterliydi…
Tıpkı benim insanlığımı sorguladığım gibi,
Her insanın üzerine düşen bir vazifedir bu aslında:
Dönüp insanlığını sorgulamak…
Ve bir not:
Eğer birini seviyorsam herkesi seviyorumdur; dünyayı, yaşamayı seviyorumdur. Eğer birine "Seni seviyorum" diyebiliyorsam. Sende herkesi seviyorum, seninle tüm dünyayı seviyorum, sende aynı zamanda kendimi de seviyorum da diyebilmeliyim demektir aslında güzelce yaşamak.
