Hayat sanki bir tepeye çıkmak ve sonunda inmek gibi. Doğumla başlayan çıkış ve ölümle biten iniş süreci.
En tepedeyken yani gençliğin bitip olgunluğun başladığı noktada belki de hayatın anlamını da görebilecek noktada artık iniş vaktinin geldiğini de farkeder kimisi.
İniş çetindir hatta çıkıştan daha zor. Ve inişin son merhalesinde, tepenin öte tarafının eteklerine gelmişken artık beden yorgun, zihin yorgun, duygular yorgundur.
Bir yığın araz, hastalık musallat olmuştur vücuda. Bıkkınlık, keyifsizlik sarmıştır zihni. Duygular durulmuş, hüzün sarmıştır kalbi.
Artık hazan mevsimi bile bitmiş, kış başlamıştır.
İnsan keşkeler ve iyikiler arasında bir yerde olduğunu yahut sıkışıp kaldığını hisseder. Olan olmuştur, giden gitmiştir; artık elden ne gelir?
Dolu dolu yaşayanlar ile bomboş bir hayatın sonunda boşlukta kalanlar. İşte yaşam bu iki sonuçtan birini vermiştir insana.
Neticede, mutlak akıbet bizi bekler. Hiçtik tekrar hiç olacağız.
Mesele şu, iyilerden biri olarak gökkubbeye bir seda bırakabilmek.