Savaş... İnsanlık tarihinin en acımasız sayfalarını dolduran, yıkım, gözyaşı ve tarifsiz acılarla anılan o korkunç kelime. Coğrafyalar değişse de, aktörler farklılaşsa da, savaşın en büyük mağdurları her zaman vatandaşlar olmuştur. Cephede savaşan askerlerin ötesinde, evlerinde, okullarında, sokaklarında normal hayatlarını sürdürmeye çalışan milyonlarca masum insan... Onların hikayeleri, savaşın gerçek yüzünü tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer.
Bir sabah ansızın patlayan siren sesleri, gökyüzünü yırtan füzelerin uğultusu, evlerin enkaza dönüşmesi... Bunlar, savaşın gölgesinde yaşayan vatandaşların günlük rutinleridir. Çocukların oyunları yarıda kalır, okullar kapanır, hastaneler ya yıkılır ya da yaralılarla dolup taşar. Su, elektrik, gıda gibi en temel ihtiyaçlar bile lüks haline gelir. Bu insanlar, siyasi hesaplaşmaların, ideolojik çatışmaların bedelini en ağır şekilde öderler. Onların vatanları, bir anda hayatta kalma mücadelesinin verildiği bir arenaya dönüşür.
Savaşın vatandaşlar üzerindeki etkisi sadece fiziksel yıkımla sınırlı kalmaz. Ruhsal yaralar, belki de çok daha derindir. Kaybedilen sevdikler, parçalanan aileler, tecavüz, işkence, zorla göç gibi insanlık dışı uygulamalar, geride ömür boyu sürecek travmalar bırakır. Çocuklar, oyun oynamayı unutup, hayatta kalma içgüdüsüyle büyümek zorunda kalırlar. Geleceğe dair umutları çalınır, masumiyetleri yara alır.
Peki, bu tablo karşısında biz ne yapmalıyız?
Öncelikle, savaşların bir tercih değil, bir felaket olduğunu idrak etmeliyiz. Güç ve çıkar çatışmalarının bedelini masumların ödediği bu kirli oyuna karşı, vicdanımızın sesini yükseltmeliyiz.
Duyarlı Olmak: Savaş bölgelerinden gelen her habere kulak vermeliyiz. Sayılarla ifade edilen ölümlerin, aslında birer can, birer hayal olduğunu unutmamalıyız.
Yardım Eli Uzatmak: İmkanlarımız dahilinde insani yardım kuruluşları aracılığıyla mağdurlara destek olmalıyız. Bir battaniye, bir gıda paketi, bir ilaç... Belki de bir hayat kurtarır.
Farkındalık Yaratmak: Savaşın gerçeklerini paylaşmalı, insanları bilgilendirmeli ve bu acılara karşı kayıtsız kalınmaması gerektiğini vurgulamalıyız. Dezenformasyonun yayılmasını engellemeli, doğru bilgiye ulaşmak için çaba göstermeliyiz.
Barışı Savunmak: Uluslararası alanda barışın tesisi için atılan adımları desteklemeli, diplomatik çözümleri teşvik etmeliyiz. Şiddetin asla çözüm olmadığını, diyalog ve uzlaşının tek yol olduğunu dile getirmeliyiz.
Empati Kurmak: Kendimizi savaşın ortasında kalan bir vatandaşın yerine koymaya çalışmalıyız. Evini, yurdunu, sevdiklerini kaybetme korkusuyla yaşayan bir insanın hislerini anlamaya çalışmalıyız.
Savaşlar sona erdiğinde, geride kalan harabeleri yeniden inşa etmek belki mümkündür. Ancak parçalanan hayatları, çalınan çocuklukları, derinleşen ruhsal yaraları onarmak çok daha zordur. Bu nedenle, savaşın açtığı yaraları sarmak için gösterdiğimiz çabanın çok daha fazlasını, savaşın başlamaması, masum vatandaşların mağdur olmaması için göstermeliyiz.
Unutmayalım ki, bu gezegen hepimizin evi ve barış içinde yaşamak her birimizin hakkıdır. Gelecek nesillere, üzerinde savaşların gölgesinin değil, barışın ve umudun güneşinin parladığı bir dünya bırakmak, en büyük sorumluluğumuzdur.
